Isabella Marie Swan
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Isabella Marie Swan
(Rp yi kendi karakterim üzerine yazmadım umarım sorun olmaz.)
Güneş, kızıla boyadığı dağın ardına saklanmak üzereydi. Göklerin dilini konuşanlar, yaklaşan yağmuru müjdelemişti her ikisine de!
Genç kız özlemin verdiği arzularla bir anda terk edilmiş köşkü inletti;
“Neden?” sesi ince bir fısıltıya dönüşene kadar bu soruyu tekrarladı...
“Ben tekim... Ama nasıl olur? Nasıl bir anda iki olabilir?
Ve neden?
Haksızlık bu.”
Annesinin ölürken bıraktığı zarfın içindeki resmi titreyen ellerinin arasına aldı!
İkizini süzdü. Aynaya bakmaktan farksızdı belki ama onu kıskanıyordu...
“Anne hırsızı!” diye mırıldandı.
“Sen sadece geçici bir güzelliksin. Suya yazılan yazılar gibisin! Sen benim gibi değilsin... Acılara göğüs geremezsin. İçinde acılardan başka bir şey yokken ayakta duramazsın.”
İnkâr etse de onu üzen bu değildi. Annesinin bıraktığı mektuptu. Annesinin yazdığı her satırda benliğini kaybedişiydi... Nasıl olurda annesi hiç görmediği diğer çocuğuna bu kadar değer verebiliyordu. Nasıl olurda hayatı boyu göğsüne bastırdığı çocuğunu hiç görmediği çocuğuna değişebiliyordu?
Annesinin mektubundan birkaç aydır onunla yazıştıklarını biliyordu... Annesi şöyle demişti;
“O, çok hayat dolu biri... Küçük şeylerden mutlu olmayı biliyor! Bir melek gibi... Meleğim.”
Annesi onu hep meleğim diye severdi ama şimdi ölmeden önce bu sözleri sarf ediyordu... Birkaç ay içinde başka bir meleğe kavuşmuştu. Ve ondan sadece meleğini korumasını istiyordu.
Alexis hiç ikizine benzemiyordu doğrusu? Sükûn bir insandı. Davranışları çok soğuktu! Küçük şeylerle asla yetinmezdi, yetinemezdi! O her zaman en iyisi için çalışırdı. Belki bu bile hafif bir terim... Olağanın üstüne çıkmak için yaşardı.
Ama ne olursa olsun şu bir gerçekti;
Annesinin, hayatta rahatlıkla sırtını dayadığı tek insanın “Seni seviyorum.” demesi onun için her şeye bedeldi. Bu konuda en münkenmele sahip değildi işte! Bunu sözcüklerin ikizine yağdırılan satırlar arasında küçük bir detay gibi sıkıştırılması onu zedeliyordu.
Genç kız koltuktan doğrulduktan sonra yerdeki boş şarap şişeleri arasında sendeledi. Her şeyi gayet net görüyordu. O kadar alışkındı ki 3 şişe şarap onu sarhoş etmeye yetmiyordu. Merdivenlere kadar parmak uçlarında yürüdü.
Ev boşken ne kadar da büyüktü! Belki de annesi öldüğünden beri üst katlara hiç çıkmadığından evin ne kadar büyük olduğunu unutmuştu.
Merdivenin kenarında ki aynada baştan aşağı kendini süzdü. Siyah geceliğinin altında kusursuz beyaz bedenine, kan kırmızı dudakları ve su yeşili gözleriyle süslenmiş porselen yüzüne baktı! Aynada bir an ikizinin yüzünü gördü. Alexis gördüğü fotoğraftan ne kadar hayal edebiliyorsa etmeye çalıştı...
Buğday tenli ve kahve gözlüydü. Yanakları biraz daha dolgundu ama fiziği tıpkı Alexis gibiydi. Kirpikleri de daha seyrekti!
Annesine daha çok benziyordu. Genç kız düştü ve dizleri üzerinde sekti! Annesini düşünmek canını yakıyordu. Bir an kendi kendini caydırma çabasına girdi;
“O benim annem! Bir kâğıt parçasına yazdıklarının ne önemi var ki... Hiçbir zaman o benden üstün olmayacak. Eşit bile olamayacak. Hiç görmediği annesini bulduğu halde ziyaretine gelmeyen bir o! Onu ailesinden koparan adamın dizinin dibinden ayrılmayan bir yalancı, annemi benden mi alacak?”
İçinde sıraladığı sözcükler ardından aynada yüzünü bir kez süzdü... İstemsiz bir fısıltı çıktı dudaklarında;
“Çoktan aldı bile.”
Kolları ince bedenini sardı... Artık bedeni dizleri üzerinde durmakta bile zorlanıyordu. Hafifçe yere uzandı ve aynada kendini süzdü! İçinde tarifsiz bir acı varı, bir yenilgi. Çaresizliğin ne demek olduğunu anlıyordu belki de.
Varlığını öğrendiği günden beri nefret ettiği ikizi... Ve canından çok sevdiği annesinin vasiyeti!
Onu bulmalı kollamalı ve korumalıydı!
Gözünden birkaç damla yaş süzüldü.
Hızla doğruldu. Halsiz düşmüş bedeni kendini umursamadan büyük salona koşmaya başladı. Şişelerin arasında yatan zarfı aldı... Bir an gözü zarfın açık ağzından görünen kâğıt parçasına takıldı. Ama aldırış etmedi. Sehpanın üzerinde duran resmide zarfın üzerine koyarak buruşturdu...
Şöminenin önünde diz çöküp bir süre alevleri izledi ardından avucunun içindeki kâğıt demetini alevlerin arasına bıraktı.
Annesinin en büyük izi bir şöminede yanarken sadece şunları diyebildi;
“Özür dilerim, anne! Affet beni...”
~İkiz ~
Güneş, kızıla boyadığı dağın ardına saklanmak üzereydi. Göklerin dilini konuşanlar, yaklaşan yağmuru müjdelemişti her ikisine de!
Genç kız özlemin verdiği arzularla bir anda terk edilmiş köşkü inletti;
“Neden?” sesi ince bir fısıltıya dönüşene kadar bu soruyu tekrarladı...
“Ben tekim... Ama nasıl olur? Nasıl bir anda iki olabilir?
Ve neden?
Haksızlık bu.”
Annesinin ölürken bıraktığı zarfın içindeki resmi titreyen ellerinin arasına aldı!
İkizini süzdü. Aynaya bakmaktan farksızdı belki ama onu kıskanıyordu...
“Anne hırsızı!” diye mırıldandı.
“Sen sadece geçici bir güzelliksin. Suya yazılan yazılar gibisin! Sen benim gibi değilsin... Acılara göğüs geremezsin. İçinde acılardan başka bir şey yokken ayakta duramazsın.”
İnkâr etse de onu üzen bu değildi. Annesinin bıraktığı mektuptu. Annesinin yazdığı her satırda benliğini kaybedişiydi... Nasıl olurda annesi hiç görmediği diğer çocuğuna bu kadar değer verebiliyordu. Nasıl olurda hayatı boyu göğsüne bastırdığı çocuğunu hiç görmediği çocuğuna değişebiliyordu?
Annesinin mektubundan birkaç aydır onunla yazıştıklarını biliyordu... Annesi şöyle demişti;
“O, çok hayat dolu biri... Küçük şeylerden mutlu olmayı biliyor! Bir melek gibi... Meleğim.”
Annesi onu hep meleğim diye severdi ama şimdi ölmeden önce bu sözleri sarf ediyordu... Birkaç ay içinde başka bir meleğe kavuşmuştu. Ve ondan sadece meleğini korumasını istiyordu.
Alexis hiç ikizine benzemiyordu doğrusu? Sükûn bir insandı. Davranışları çok soğuktu! Küçük şeylerle asla yetinmezdi, yetinemezdi! O her zaman en iyisi için çalışırdı. Belki bu bile hafif bir terim... Olağanın üstüne çıkmak için yaşardı.
Ama ne olursa olsun şu bir gerçekti;
Annesinin, hayatta rahatlıkla sırtını dayadığı tek insanın “Seni seviyorum.” demesi onun için her şeye bedeldi. Bu konuda en münkenmele sahip değildi işte! Bunu sözcüklerin ikizine yağdırılan satırlar arasında küçük bir detay gibi sıkıştırılması onu zedeliyordu.
Genç kız koltuktan doğrulduktan sonra yerdeki boş şarap şişeleri arasında sendeledi. Her şeyi gayet net görüyordu. O kadar alışkındı ki 3 şişe şarap onu sarhoş etmeye yetmiyordu. Merdivenlere kadar parmak uçlarında yürüdü.
Ev boşken ne kadar da büyüktü! Belki de annesi öldüğünden beri üst katlara hiç çıkmadığından evin ne kadar büyük olduğunu unutmuştu.
Merdivenin kenarında ki aynada baştan aşağı kendini süzdü. Siyah geceliğinin altında kusursuz beyaz bedenine, kan kırmızı dudakları ve su yeşili gözleriyle süslenmiş porselen yüzüne baktı! Aynada bir an ikizinin yüzünü gördü. Alexis gördüğü fotoğraftan ne kadar hayal edebiliyorsa etmeye çalıştı...
Buğday tenli ve kahve gözlüydü. Yanakları biraz daha dolgundu ama fiziği tıpkı Alexis gibiydi. Kirpikleri de daha seyrekti!
Annesine daha çok benziyordu. Genç kız düştü ve dizleri üzerinde sekti! Annesini düşünmek canını yakıyordu. Bir an kendi kendini caydırma çabasına girdi;
“O benim annem! Bir kâğıt parçasına yazdıklarının ne önemi var ki... Hiçbir zaman o benden üstün olmayacak. Eşit bile olamayacak. Hiç görmediği annesini bulduğu halde ziyaretine gelmeyen bir o! Onu ailesinden koparan adamın dizinin dibinden ayrılmayan bir yalancı, annemi benden mi alacak?”
İçinde sıraladığı sözcükler ardından aynada yüzünü bir kez süzdü... İstemsiz bir fısıltı çıktı dudaklarında;
“Çoktan aldı bile.”
Kolları ince bedenini sardı... Artık bedeni dizleri üzerinde durmakta bile zorlanıyordu. Hafifçe yere uzandı ve aynada kendini süzdü! İçinde tarifsiz bir acı varı, bir yenilgi. Çaresizliğin ne demek olduğunu anlıyordu belki de.
Varlığını öğrendiği günden beri nefret ettiği ikizi... Ve canından çok sevdiği annesinin vasiyeti!
Onu bulmalı kollamalı ve korumalıydı!
Gözünden birkaç damla yaş süzüldü.
Hızla doğruldu. Halsiz düşmüş bedeni kendini umursamadan büyük salona koşmaya başladı. Şişelerin arasında yatan zarfı aldı... Bir an gözü zarfın açık ağzından görünen kâğıt parçasına takıldı. Ama aldırış etmedi. Sehpanın üzerinde duran resmide zarfın üzerine koyarak buruşturdu...
Şöminenin önünde diz çöküp bir süre alevleri izledi ardından avucunun içindeki kâğıt demetini alevlerin arasına bıraktı.
Annesinin en büyük izi bir şöminede yanarken sadece şunları diyebildi;
“Özür dilerim, anne! Affet beni...”
Isabella Marie Swan- Yönetici-Seherbaz-Biçim Değiştirme Profesörü-Zümrüdü Anka Yoldaşlığı
- Mesaj Sayısı : 98
Yaş : 34
Nerden : ~~~
Rp Puanı
Rp Puanı:
(100/100)
Geri: Isabella Marie Swan
Herşeyiyle mükemmeldi.
Herşey yerli yerindeydi özellikle renklendirmede göz yormayan renkler seçmişsin.
Çok güzeldi 100/100
Herşey yerli yerindeydi özellikle renklendirmede göz yormayan renkler seçmişsin.
Çok güzeldi 100/100
Similar topics
» ~~~Isabella Marie Swan~~~
» ~~~Isabella Marie Swan~~~
» Isabella Andie
» Isabella Andie
» Isabella Andie
» ~~~Isabella Marie Swan~~~
» Isabella Andie
» Isabella Andie
» Isabella Andie
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz